Sultanlar Yolu, 1529 yılı, 1. Viyana Seferi ve 1683 yılı, 2. Viyana seferleri menzillerini takip eden bir trekking yoludur.
Her ne kadar tarihi yolu takip etse de, modern zaman gezginlerinin ve doğa severlerin de ilgisini çekebilmek için çeşitli yerlerde ana yoldan ayrılıp doğal güzelliklerin içinde yürüyerek yolculuk etme zevkini doğa, kültür ve tarih sevenlere sunmaktadır.
Sultanlar Yolu, bir trekking yolu olarak, 2009 yılında Sedat Çakır tarafından tasarımlanmıştır[1] ve 2010 yılında yolun Türkiye ayağı, uluslararası standartlara uygun olarak işaretlenmiştir.
Sultanlar Yolu uluslararası platformlarda Sultan's Trail olarak anılmaktadır. Ayrıca Sırbistan'da Carski Drum ve Carigradski Put olarak tanınan yol Bulgaristan'da Tsarigradski Put olarak anılmaktadır.
İlk tasarımlarda Sultanlar Yolu Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye'yi kapsamaktadır. Gelecek yıllarda yolun genişlemesi ve dallara ayrılması düşünülmekte olsa da, ilk yıllarda tüm gayret, belirtilen 7 ülke üzerinde olacaktır.
Bizi Google+ üzerinde bulun
Avusturya
Viyana, Simmering, Schwechat, Rauchenwarth, Trautmannsdorf an der Leitha, Bruck an der Leitha, Sommerein, Breitenbrunn, Purbach am Neusiedler See, Donnerskirchen, Hornstein, Eisenstadt, Oggau am Neusiedler See, Rust, Mörbisch am See, Pamhagen, Neusiedl am See, Petronell-Carnuntum, Hainburg an der Donau, Wolfsthal. (Sopron, Macaristan'dan sonra), St. Martin
Slovakya
Devin,Bratislava, Marianka, Modra, Harmónia, Častá, Dobrá Voda, Prašník, Vrbové, Čachtice, Nové Mesto nad Váhom, Beckov, Trenčín, Topoľčany, Nitra, Nové Zámky, Kolárovo, Kameničná, Komárno, Iža, Radvaň nad Dunajom-Žitava, Radvaň nad Dunajom, Moča, Kravany nad Dunajom, Obid, Štúrovo
Macaristan
Sefer yolu: Halászi, Györ, Tata, Tatabánya, Annavölgy, Esztergom, Szentendre, Budakalász, Budapeşte, Százhalombatta, Székesfehérvár, Dunaföldvár, Szekszárd, Bátaszék, Mohaç, Sátorhely, Udvar
Balaton yolu (Mohaç'a kadar): Sopron, (St.Martin, Avusturya), Köszeg, Sárvár, Sümeg, Keszthely, Szuliman, Csertő, Szigetvár, Pécs, Mohaç.
Kanije Kalesi
Şehrin ismi “Kanije” ilk olarak 1245 tarihli bir belgede yer almıştır. Burayı yöneten aile buraya bir kale yapmıştır, böylece Kanije, Zigetvar ile birlikte Macaristan’ın en önemli savunma noktalarından biri haline gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş topraklara sahip olduğu zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun en batıdaki kalesidir. Türkler tarafından alındıktan sonra 1601′de Tiryaki Hasan Paşa’nın ünlü savunması ile [...]
Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş topraklara sahip olduğu zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun en batıdaki kalesidir. Türkler tarafından alındıktan sonra 1601′de Tiryaki Hasan Paşa’nın ünlü savunması ile kurtarılmıştır. Önceleri Zigetvar’da bulunan eyalet merkezinin buraya taşınmasıyla eyalet merkezi oldu. 1690′da Habsburg ordusu tarafından geri alınan kent, Osmanlılar bölgeden çekilince şehir stratejik önemini kaybetmiş ve 1702′ de Viyana’dan gelen bir karar ile kale yıkılmıştır.
Estergon gibi, Avrupa içlerindeki serhad kalelerimizden biri de Kanije Kalesi idi. 1600 yılında ele geçirilen kale, 1601 yılında 100 bin kişilik bir düşman ordusu tarafından kuşatıldı. İşte bu destan, kalede bulunan 9 bin Türk gazisinin, ihtiyar mücahid Tiryaki Hasan Paşa komutasında bu 100 bin kişiye karşı verdiği şanlı mücadeleyi anlatır…
Yıllardan beri Osmanlı’nın karşısına hiç bir devlet yalnız çıkamıyor, en az üç – beş devletin ordusu bir araya gelerek hareket ediyordu. Yine öyle oldu. Avusturya, İtalyan, İspanyol, Malta ve Papalık askerleri ile Macar ve Fransız gönüllüleri geleceğin imparatoru Arşidük Ferdinand komutasında Kanije Kalesi’ni kuşattılar.
Yıllardan beri Osmanlı’nın karşısına hiç bir devlet yalnız çıkamıyor, en az üç – beş devletin ordusu bir araya gelerek hareket ediyordu. Yine öyle oldu. Avusturya, İtalyan, İspanyol, Malta ve Papalık askerleri ile Macar ve Fransız gönüllüleri geleceğin imparatoru Arşidük Ferdinand komutasında Kanije Kalesi’ni kuşattılar.
Kanije Kalesi’nin etrafı bataklıkla ve kaleye ulaşmak için köprüler kurmak gerekiyordu. Daha bir yıl önce Türkler başarmıştı ama, şimdi onların yaptıklarını taklide kalkışan düşman bunu beceremiyordu. Kurdukları köprülerin gece vakti kale içine çekildiğini görüp neye uğradıklarını şaşırıyor, çok sayıda kayıp veriyorlardı.
Bu arada iki düşman askeri esir alınmıştı. Tiryaki Hasan Paşa onları sorguya çekince, düşman ordusu içinde bulunan Macarlara pek güvenilmediğini anladı. Peygamber Efendimizin “Harp hiledir” Hadis-i Şeriflerini hatırladı ve düşündüklerini Kara Ömer Ağa’ya anlattı.
Kara Ömer Ağa iki esiri alıp götürdüğü ve onlara :
- “Aslında kendisinin de onlardan olduğunu, küçükken devşirilip orduya alındığını” anlattı. “Her gece bin kadar Macar fedaisinin kaleye geçip Türklere yardımcı olduğunu, bu durumda işlerinin çok zor olduğunu” söyledi. Kalede bulunan asker ve mühimmat hakkında da oldukça abartılı rakamlar verip onları salıverdi.
Esirlerin götürdüğü haberler düşman ordusunun moralini bozmaya yetmişti. Ferdinand bunu önlemek için askerlerine büyük vaatlerde bulundu. Burçlara ilk çıkacak olanlara 10 köy, Tiryaki Hasan Paşa’yı yakalayacak olana ise 40 köy vaad ediyordu. Böyle dolduruşa getirilen düşman ordusu ertesi sabah toplu bir hücuma giriştiyse de Tiryaki Hasan Paşa’nın ustaca manevraları karşısında sonuç alamadılar ve üstelik 18 bin ölü verdiler.
Artık karşılıklı toplar konuşuyor ama Türk ordusunun stokları gittikçe azalıyordu. Bu savaş bir güç gösterisinden çok Tiryaki Hasan Paşa’nın kurnazlıkları ve harp hileleriyle ayrı bir havaya bürünmüştü. Türk ordusundan kaçan iki devşirmenin, kaledeki gerçek durumu düşmana bildirmeleri üzerine yeni bir oyun oynadı. Ellerinde bulunan esirlere, onların kendi adamı olduğunu inandırıp salıverdi. Böylece düşmanın yeni bir toplu hücuma kalkması önlenmiş oldu. Sahte mektuplarla Avusturyalılarla Macarların arası iyice açıldı. Avusturyalıların Macar beylerini idam etmeyi kararlaştırdıkları bir sırada Macar askerleri durumu öğrenip kaçtılar.
Böylece zaman kazanılmış ve kış günleri gelip çatmıştı. Düşman ne yapacağını düşünürken Kara Ömer Ağa yanına 300 kişi alıp dışarı çıktı ve baskın hareketlerinde bulundu. 900 kişiyi öldürüp 150 esir aldı ve ele geçirdiği 12 topla geri döndü. Düşman panik halindeydi. Bu durumu değerlendiren Tiryaki Hasan Paşa kalede yalnızca 600 kişi bırakarak dışarı çıktı ve hücum emrini verdi. Artık düşman dağılmış, kaçıyordu. Akşama kadar 30 bin ölü verdiler ve kalenin çevresi tamamen boşaldı. Geriye düşmandan 47 büyük kuşatma topu, 24 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma – kürek, binlerce araba dolusu yiyecek – giyecek, barut ve ilaç erzak ve mühimmat kaldı.
Bu, dünya tarihinde eşi görülmemiş bir gerçek destandı. 9 bin Türk askeri, kendisinden en az 10 kat fazla bir orduya karşı arslanlar gibi dövüşmüş ve düşmanı adeta topyekun imha etmişti. İşte, “Bir Türk on düşmana bedeldir” sözünün isbatı ve işte bu destanın gerçek kahramanı 70 yaşındaki bir Türk büyüğünün bizlere verdiği ders…
Bu akıl almaz derecedeki büyük başarı üzerine Cihan Padişahı Üçüncü Mehmed Tiryaki Hasan Paşa’ya vezirlik rütbesi veriyor ve alışılmışın aksine bizzat kendi eliyle hazırladığı “Hatt-ı Hümayun”u gönderip şöyle diyor:
“Yerin ve ğöğün sahibi olan Yüce Allah’a hamdolsun ki, Osmanlı Devleti’ne senin gibi paşalar ve askerlerin sayesinde nice zaferler nasib eyledi.
Sevgili Peygamberimize salât ve selâm olsun ki, seni ve Devlet-i Aliyye askerlerini kendi yolunda cihad eylerken görürüz.
Ettiğin hizmetler yüce dergâha arzedilip adın iyi adlılar defterine yazılır olmuştur. Berhudar olasın; sana Vezirlik verdim. Seninle birlikte bulunan askerlerim dahi manevi oğullarımdır, yüzleri ak ola… Bu mektubumu al kahraman askerlerime okuyup, ‘Allah’a, Peygamber’e ve sizden olan devlet reisine itaat ediniz’ mealindeki ayet-i kerimenin yüce manasını onlara bildiresin. Seninle orada bulunanlara dilediklerini ver. Hepinizi Cenab-ı Hakk’a emanet ederim.”
Ve işte, iltifat karşısında mahçup olan, gözyaşlarını tutamayıp ağlayan ve sevinecek yerde üzülen o büyük insanın yine gözyaşları içinde söylediği sözler:
“Kanije’de ettiğimiz küçük bir hizmet karşılığı bize vezirlik vermişler ve ‘Hatt-ı Hümayun’ göndermişler. Halbuki, Kanuni Sultan Süleyman Makbul İbrahim Paşa’yı tam bir selahiyetle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O’nun eline böyle bir yazı vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve Sakız Adası’nın fethi gibi nice zaferler kazandığı halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslam Halifesi’nin Hatt-ı Hümayun’u Kanije savunması gibi küçük bir hizmete mükafaat olmaya başladı. Devletin vezirliği benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim?”
Tiryaki Hasan Paşa’nın, o eli öpülesi pir ü fani’nin altın harflerle yazılıp günümüzde her evin, her makamın baş köşesine çerçeveletilip asılması gereken bu sözleri üzerine söz söyleyip yorum getirmeye bilmem lüzum var mı?
Veridiyse affola.
Estergon Kalesi
Estergon Kalesi 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilk defa Osmanlıların eline geçti. Kalenin bulunduğu bölge bir sancakbeyliği haline getirilerek Budin Beylerbeyliğine bağlandı. Ancak kale 1594 yılında Alman, Leh ve Venedikliler’den oluşan büyük bir ordu tarafından kuşatıldı. Kuşatan orduya göre çok daha küçük bir orduyla savunulan Estergon Kalesi o sırada kalede bulunan Sokullu Mehmed Paşa’nın [...]
Estergon Kalesi 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilk defa Osmanlıların eline geçti. Kalenin bulunduğu bölge bir sancakbeyliği haline getirilerek Budin Beylerbeyliğine bağlandı. Ancak kale 1594 yılında Alman, Leh ve Venedikliler’den oluşan büyük bir ordu tarafından kuşatıldı. Kuşatan orduya göre çok daha küçük bir orduyla savunulan Estergon Kalesi o sırada kalede bulunan Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Anadolu Beylerbeyi Sokulluzade Lala Mehmed Paşa’nın kumandanlığı altında kahramanca savaştı. Ancak kale açlık ve susuzluk nedeniyle sonunda teslim olmak zorunda kaldı. Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi tarafından kaydedilen bu cesaretli savunma Estergon Kalesi türküsüyle Türk belleklerine yerleşmiş önemli bir tarihi olaydır.
1605 yılında kaleyi geri almak isteyen Osmanlılar tekrar bir kuşatma düzenlediler. Bu sefer Sadrazamlık görevine getirilmiş olan Sokolluzade Lala Mehmed Paşa 30 günlük bir kuşatmadan sonra kaleyi 29 Eylül 1605 tarihinde ele geçirdi. Kale bu tarihten sonra 78 yıl daha Osmanlıların elinde kaldı. 1683 yılında Osmanlıların II. Viyana Kuşatması’nda başarısızlığa uğramasından sonra Avrupa Devletlerinin Kutsal İttifak’ı oluşturarak Macaristan’ı Osmanlıların elinden alması sonucu Estergon Kalesi bu sefer kesin olarak Osmanlıların elinden çıktı. Estergon Kalesi (Macarca: Esztergomi vár), Macaristan’ın başkenti Budapeşte’nin 60 km kuzey batısında Tuna nehri kıyısında yer alan ve Osmanlı tarihinde büyük bir önem taşıyan bir kaledir. Macaristan sınırları içinde olan bir kaledir ve tuna nehrini tepeden görür.
Budin Kalesi
Kaleyi 1235’lerde Macar Kralı IV.Bela yaptırmıştır. Mohaç Meydan savaşında Kanuni’ye yenilen Macar kralının, varis bırakmadan ölmesi üzerine, sahipsiz kalan devletin ileri gelenleri başlarının çaresine bakmak üzere her biri bir tarafa kaçtı. Bu durumda halk, seçtikleri bir heyetle kalenin anahtarlarını Kanuni Sultan Süleyman’a gönderdi. Böylece kale Osmanlı himayesine girmiş oldu. Surları, Sokullu Mustafa Paşa tamir ettirmiş,
Budin Kalesi
Kaleyi 1235’lerde Macar Kralı IV.Bela yaptırmıştır. Mohaç Meydan savaşında Kanuni’ye yenilen Macar kralının, varis bırakmadan ölmesi üzerine, sahipsiz kalan devletin ileri gelenleri başlarının çaresine bakmak üzere her biri bir tarafa kaçtı. Bu durumda halk, seçtikleri bir heyetle kalenin anahtarlarını Kanuni Sultan Süleyman’a gönderdi. Böylece kale Osmanlı himayesine girmiş oldu. Surları, Sokullu Mustafa Paşa tamir ettirmiş, yeni kule ve burçlar yaptırmıştır. Orta Hisardaki bir kule onun adını taşımaktadır. Mustafa Paşa dışındaki diğer beylerbeyleri de isimlerini taşıyan kuleler yaptırarak, kaleyi kuvvetlendirmişlerdir. Evliya Çelebi, kule ve tabya isimleri arasında bani olarak Karakaş Paşa, Bali Paşa, Süleyman Paşa, Sarı Kenan Paşa, Sivayuş Paşa ve Kara Murad Paşaların isimlerini vermektedir.
Nazlı Budin
Budin, Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, Osmanlı’nın 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 10 tekke/türbe, 2 hamam, 9 han, 8 ılıca, 75 sebil, 3500 ev, 1 çeşme, 1 baruthane, 1 saat kulesi, 1 bedesten inşa ettikleri 24 mahalleli ve bizzat Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “Macarı az bir Türk şehri” idi. Osmanlı mülkünde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra en sevilen şehir burasıydı. Çok sevildiği, için “Nazlı Budin” denirdi
Bugün Budapeşte’de Osmanlı Dönemi yapılarından bazı hatıralar kalmıştır. Bunlardan 4 ılıca hala ayaktadır ve işletilmektedir. Gül Baba Türbesi, 1950’lere kadar Müslümanların ziyaret yeri olarak açıktı, sonradan müzeye dönüştürülmüştür. Kale burçları eskisi gibi sağlam korunmuştur. Hisar içinde yer alan ve kiliseden dönüştürülerek yapılan Süleyman Han Camii, tekrar kiliseye dönüştürülmüş ve Türk döneminde yapılan bütün eklemeler kaldırılmıştır. Son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı, onun şehit düştüğü yere dikilmiş ve üzerine “Kahraman Düşman” ibaresi yazılmıştır.
Bugünkü Budapeşte; Macaristan’ın kuzeyinde, Tuna Irmağı’nın sağ yakasında yer alan “Buda” ve sol yakasında yer alan “Peşte” şehirlerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Dillere destan güzelliğiyle “Tuna’nın incisi Budapeşte” olarak bugün arz-ı endam etmektedir. Tuna’nın sağ yakasında yer alan “Buda”nın Osmanlı Türklerindeki ismi “Budin”dir.
Budin, Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, Osmanlı’nın çok sayıda eser inşa ettikleri 24 mahalleli ve bizzat kendisinin ifadesiyle Macar’ı az bir Türk Şehri idi. Toplanan vergilerin hemen hemen hepsi şehrin imarında harcanırdı. Osmanlı mülkünde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra en sevilen şehir burasıydı. Çok sevildiği için “Nazlı Budin” denirdi.
Deniz seviyesinden 529 metre yüksekliğindeki bugünkü şehir, yaklaşık 2.000.000 nüfusa sahiptir ve 525 km2’lik bir alana yayılmıştır.
Şehrin bugün bulunduğu Tuna’nın sağ yakası eski çağlardan beri önemli yerleşim merkezi olmuştur. Macarların karpat bölgesine gelmesiyle birlikte şehir giderek gelişmeye başlar. 1241-1242 Moğol istilasından sonra IV.Bela buraya taştan bir kale inşa ettirdi. 15.yy.da, Matyaş’ın krallığı döneminde de şehir başkent oldu. Matyaş’tan sonra oldukça zayıflayan Ortaçağ Macaristan Krallığı, 1520’lerde büyük bir dünya imparatorluğu haline gelen Osmanlılarla sınırdaş olmuştu.
Mohaç Zaferi sonrası, Buda’nın kapıları tamamen Osmanlılara açılır. Macar Kralı Lajos II.’yi yendiği Mohaç Muharebesinden sonra, Kanuni Sultan Süleyman’a, Buda’dan gönderilen bir heyet tarafından şehrin anahtarları teslim edilir. Önceleri, tayin ettiği Macar Prensleri ile bölgeyi denetlemede tutan Kanuni, bir müddet sonra himaye politikasından vazgeçerek, şehri kuşattı, yeniçeriler şehrin stratejik noktalarını kontrol altına aldılar, “Buda” ismi “Budin” olarak değiştirildi ve Budin Macaristan Eyaleti’nin merkezi yapılarak, ilk Beylerbeyi olarak Bağdat Valisi Süleyman Paşa atandı. 1686’da Osmanlı topraklarından kopuşuna kadar 145 yıl süren Osmanlı döneminde, Budin’e 75 beylerbeyi tayin edildi. Bunlar arasında Sokullu Mehmet Paşa’nın amcazadesi Mustafa Paşa en uzun süre (12 yıl) Beylerbeyilik yapan idarecidir.
Budin’in nüfusu Osmanlı döneminden önce tam olarak bilinmemektedir. Ancak 1495’li yıllarda, şehirde çoğunluğu Almanlardan oluşan 8000 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. 16.yy.a ait tahrir defterlerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre bu yüzyılın başında hakim unsur olan Hıristiyan nüfus, yüzyılın sonlarına doğru yarı yarıya gerilemiş ve Müslüman nüfus artmıştır. Şehirlerdeki Kıptiler (çingeneler) ise, bu dönemde, neredeyse tamamen Müslümanlaştı.
Mevacib Defterlerine göre, 1549 yılında Budin Kalesi’nde 1898 Osmanlı muhafızı görev yapmaktadır. Bu tarihte kaledeki Müslüman nüfusu anlayabilmek için, bu rakama; sipahileri, devlet dairelerinde görev yapanları, Beylerbeyinin cebelü ve adamlarını, tüccarları, esnaf grubuna mensup olanları ve başka sivilleri de eklemek gerekir.
Nüfus dengesinin yavaş yavaş Müslümanların lehine gelişmesi, şehrin genel görünümünde önemli değişikliklere yol açtı. Bazı kiliseler camiye çevrildi. Bunlara eklenen minarelerle İslami karakter belirginleşmeye başladı. Fethiye, Sultan Süleyman ve Orta Camii kiliseden çevrilmişti ve yukarı şehir de denilen sur içinde yer alıyorlardı. Zamanla vakıflar kurularak yeni cami, mescid, han, hamam, medrese ve türbeler inşa edildi. İnce uzun minareler ve kubbeli camilerle şehir yeni bir görünüm kazandı. Macar sokak adlarının yerini yavaş yavaş Türk sokak ve mahalle adları aldı. Evler ise İslami aile hayatının gerektirdiği şekilde içeriye dönük hale gelmeye başladı. Şehir ticari açıdan da süratle gelişti. Kaynaklara göre; 16.yy.ın ikinci yarısında, şehir ticaretinin %60’ı Macar ve Yahudilerin, %40’ı ise Müslümanların kontrolü altındaydı.
Fethedilen bölgelerin genişlemesiyle birlikte Eyalet Merkezi olan Budin’e bağlanan sancakların sayısında da artış oldu. 1568’de, yani sınırların nisbeten sabitleştiği bir dönemde, Budin Vilayeti’ne bağlı olan sancak merkezleri şunlardı: Semendire, İzvornik, Vulçitrin, Pojega, Pecs, İstolni Belgrad, Estergon, Segedin, Sirem, Hatvan, Şimontorna, Kopan, Filek, Seksr, Zigetvar, Seçen, Novigrad, Solnik, Sekçöy.
Bu taksimat daha sonra değiştirilerek, bu sancakların bazıları, yeni kurulan Eğri Beylerbeyliği’ne bağlandı.
17.yy. ortalarında şehri ziyaret eden Evliya Çelebi, Budin evlerini, eşrafını ve vakıf eserlerini şöyle anlatıyor:
“4700 altlı üstlü kagir evleri olup, cennet bahçesine benzeyen bağlarla süslü kiremit ve bazıları tahta örtülü konaklardır. Bilhassa bey, dilaver ağa, kapudan sarayları meşhurdur. Yedi adet süslü medresesi vardır. Bilginler dershanesidir. İki yerinde Hadis ilmi okunur. 11 adet sıbyan mektebi vardır. 7 adet tekkesi, 2 adet hamamı vardır. Biri çarşı hamamı olup, kurşunla örtülüdür. Diğeri Çavuş Hamamı’dır ki, kiremitle örtülüdür. Başkaca konaklarda da 200 kadar hamamı vardır. 3 adet tüccar hanı olup; Yenihan, Balcı Hanı ve Çavuş Hanı’dır. 20 kadar garip ve bekar hanları, 450 dükkanı vardır. Çarşısında her türlü kıymetli malı bulunur. Tuna kenarında 60 adet tuz mahzenleri, 6 adet balık mahzenleri vardır. Ahalisi zengin olup misafirsiz sofraya oturmazlar. Bütün halk, mavi üzerine beyaz destar savarlar, kimisi tatar kalpağı kimisi serhadli kalpağı giyüp, çuha ferace ve dolamalar ile temiz gezerler. Caddeleri temiz kaldırım döşelidir.”
Budin Osmanlı hakimiyeti döneminde, Tuna’ya bakan tepelerde bir kale ile nehir kıyısında surla çevrilmiş ve yukarıdaki kaleye bağlı Aşağı Şehir’le, güney tarafında bulunan bir varoştan oluşuyordu. Şehrin güneyden batıya ova kapısına doğru uzanan surları çift, diğer kısmın surları tek kattır. Kalenin kuzey tarafında üç kapısı vardır. Bunlar; Beç Kapısı, Kasımpaşa Kulesi dolayında Ova Kapısı ve Frengi Kule Kapısıdır. Ayrıca, kaleyi aşağı şehre bağlayan 4 kapı mevcuttur.
Şehrin birinci kısmı olan Yukarı Budin (İç kale)’de; kiliseden çevrilmiş 3 cami ve sonradan Osmanlılar tarafından yapılmış 18 camiden başka, 7 medrese, sebiller, sarnıçlar, kuleler, hanlar, hamamlar, kuyular, çeşmeler, bedestenler ve mükemmel bir çarşı yer almakta idi.
Budin’in ikinci kısmı; Tuna kıyısındaki Aşağı Şehir’di. Kalenin Tuna’ya bakan yamacından sahile uzanan ve güneyden kuzeye doğru gittikçe genişleyerek yukarı şehrin kuzeyini kaplayan bu kent, yalınkat surlar ile çevrilmişti. Kıyıda “Tuna içinde cezire gibi büyük” tabyalar vardı. Bunlardan en önemlisi, köprü başında bulunan ve Kız Adası’na kadar hakim bir noktada olan Ali Paşa Kulesiydi.
Budin’in 3.kısmı ise; güneyde Tuna kenarında, kale ile Gürz-İlyas Dağı arasındaki Debbağhane Varoşuydu. İskele Kapısı ile Aşağı Şehir’e bağlı olan bu semtin 9 mahallesi, 11 camii, birçok sıbyan mektebi ve 100 adet debbağ dükkanı vardı.
Evliya Çelebi’nin verdiği rakamları toplayan E. Hakkı Ayverdi, 17.yy.da Budin’de toplam olarak; 25 cami, 47 mescid, 12 medrese, 16 sıbyan mektebi (ilköğretim okulu), 10 tekke ve bunlara ait türbeler, 2 hamam, 9 han, 8 ılıca, 1 baruthane bulunduğunu tespit etmiştir.
Budin’in eski zamanlarından beri yararlanılan kaplıcalarına, Türklerin pek önem verdikleri ve üzerlerine hamamlar yaptırıp, halka parasız açtıkları da bilinmektedir.
1683 Viyana Bozgunu’ndan sonra dengelerin Osmanlı aleyhine dönmesiyle birlikte, Budin ve Macaristan’ın Osmanlılardan geri alınması amacıyla, Mukaddes Haçlı ordusu kuruldu. Çok büyük bir orduyla Budin muhasara edildi. Şiddetli savaşlardan sonra, Osmanlı’nın “Nazlı Budin”i 2 Eylül 1686’da düştü. Kuşatma sırasında büyük zarar gören şehirdeki Müslümanların bir kısmı kaçtı, bir kısmı ortadan kaldırıldı, bir kısmı da Avusturyalılar tarafından sürüldü. Yerlerine Almanlar yerleştirildi. Sur içine uzun süre Macarların yerleşimine izin verilmedi. “Budin” giderek tekrar “Buda”ya dönüşmeye başladı. 1873’te Buda, Peşte ve Obuda birleştirilerek “Budapeşte” haline getirildi.
Bugün Budapeşte’de Osmanlı Dönemi yapılarından bazı hatıralar kalmıştır. Bunlardan 4 ılıca hala ayaktadır ve işletilmektedir. Gül Baba Türbesi, 1950’lere kadar Müslümanların ziyaret yeri olarak açıktı, sonradan müzeye dönüştürülmüştür. Kale burçları eskisi gibi sağlam korunmuştur. Hisar içinde yer alan ve kiliseden dönüştürülerek yapılan Süleyman Han Camii, tekrar kiliseye dönüştürülmüş ve Türk döneminde yapılan bütün eklemeler kaldırılmıştır. Son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı, onun şehit düştüğü yere dikilmiş ve üzerine “Kahraman Düşman” ibaresi yazılmıştır.
Zigetvar Kalesi
Fethedildiği tarihten 10 yıl önce, 1556′da kuşatılmış fakat alınamamış ve 10 bin şehidin acısını kaldıramayan komutan Ali Paşa’nın da üzüntüden ölümüne sebep olmuş uğursuz kale. Son kuşatmada, Osmanlı’nın büyük askeri üstünlüğüne ve üç büyük taaruzuna karşın 33 gün alınamayan kale ve direniş Kanuniyi oldukça sarsmıştır. Kanuni bu üzüntüsünü bir hatt-ı humayun ile bildirmiştir. Kanuni’nin vefat [...]
Zigetvar Kalesi
Fethedildiği tarihten 10 yıl önce, 1556′da kuşatılmış fakat alınamamış ve 10 bin şehidin acısını kaldıramayan komutan Ali Paşa’nın da üzüntüden ölümüne sebep olmuş uğursuz kale. Son kuşatmada, Osmanlı’nın büyük askeri üstünlüğüne ve üç büyük taaruzuna karşın 33 gün alınamayan kale ve direniş Kanuniyi oldukça sarsmıştır. Kanuni bu üzüntüsünü bir hatt-ı humayun ile bildirmiştir. Kanuni’nin vefat etmeden önce söylediği son sözler de üzüntüsünü anlatıyor: “Bu ocağı yanacak dahi alunmadu mu? Bu kal’a benüm yüreğüm yakmışdur. Dilerüm Hak’dan ateşlere yana”. Macarlar kaleyi savunan Zrinyi’yi kahraman olarak anarlar. Kalenin içinde, fetihten hemen sonra Kanuni namına yapılan bir cami ve onun yanında 19. yüzyılda yapılmış konak vardır. Günümüzde bu cami ve konak müze olarak kullanılmakta.
Macaristan'daki tarihi Zigetvar Kalesinin işletmesini Türk Macar İslam Kültür Derneği üstlenecek. Dernek ve Zigetvar belediyesinin ortak projesi kapsamında kalenin içinde bulunan, 1570'li yıllardan kalma Sultan Süleyman Camisi ve caminin minaresi restore edilecek, kalenin içinde yapımına başlanan, otel olarak da kullanılması öngörülen kervansarayın inşaatı tamamlanarak, Türk kültür merkezi olarak hizmete açılacak.
Gül Baba Türbesi
Gül Baba Türbesinin giriş kapısındaki plakette, Gül Baba hakkında şunlar yazılıdır: “Gül Baba 15.yüzyıl sonlarıyla 16.yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşi dervişidir. Doğum tarihi bilinmiyor. Asıl adı Cafer’dir. Külahında daima bir gül taşıdığı için „Gül Baba, Gül Dede“ lakabıyla tanınmıştır. Evliya Çelebiye göre Merzifonlu, yeni belgelere göre de Isparta ili Uluborlu ilçesinin ilegüp köyündendir. 1531
Gül Baba Türbesinin giriş kapısındaki plakette, Gül Baba hakkında şunlar yazılıdır:
“Gül Baba 15.yüzyıl sonlarıyla 16.yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşi dervişidir. Doğum tarihi bilinmiyor. Asıl adı Cafer’dir. Külahında daima bir gül taşıdığı için „Gül Baba, Gül Dede“ lakabıyla tanınmıştır. Evliya Çelebiye göre Merzifonlu, yeni belgelere göre de Isparta ili Uluborlu ilçesinin ilegüp köyündendir. 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman`in daveti üzerine Budin`e gönderilmiş, bir tekke kurmuş, Bektaşi hoşgörüsü ile kısa zamanda Buda (Budin) halkının sevgilisi haline gelmiştir.1541 yılında 1 Eylül günü Budin savaşında şehit düşmüştür. 2 Eylül 1541 günü Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman da katılmış, Budapeşte’de bugün türbesinin bulunduğu yere gömülmüştür. Türbenin bulunduğu tepeye “Gül tepe – Rozsadomb” adı verilmiş, yanında Gül Baba Bektaşi Tekkesi yaptırılmıştır. Bu tekke, 1686 yılında yıkılmıştır.
“Gül Baba 15.yüzyıl sonlarıyla 16.yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşi dervişidir. Doğum tarihi bilinmiyor. Asıl adı Cafer’dir. Külahında daima bir gül taşıdığı için „Gül Baba, Gül Dede“ lakabıyla tanınmıştır. Evliya Çelebiye göre Merzifonlu, yeni belgelere göre de Isparta ili Uluborlu ilçesinin ilegüp köyündendir. 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman`in daveti üzerine Budin`e gönderilmiş, bir tekke kurmuş, Bektaşi hoşgörüsü ile kısa zamanda Buda (Budin) halkının sevgilisi haline gelmiştir.1541 yılında 1 Eylül günü Budin savaşında şehit düşmüştür. 2 Eylül 1541 günü Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman da katılmış, Budapeşte’de bugün türbesinin bulunduğu yere gömülmüştür. Türbenin bulunduğu tepeye “Gül tepe – Rozsadomb” adı verilmiş, yanında Gül Baba Bektaşi Tekkesi yaptırılmıştır. Bu tekke, 1686 yılında yıkılmıştır.
Gül Baba’nın sekizgen türbesi, 1543–1548 yılları arasında, Budin Beylerbeyi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış, bir süre Şapel olarak kullanılmıştır. Sultan Abdülaziz 1867 yılındaki ziyaretinden sonra 1885’te türbeye dönüştürülerek mimar Lajos Grill tarafından onarılmıştır.1916’da Macar Prof. I.Müller tarafından restore edilmiştir. 2.Dünya Savaşı’nda ağır hasara uğrayan türbe 1963’te Macar Hükümeti tarafından eski durumuna getirilmiştir. 1997 yılında Türk-Macar Hükümetlerinin işbirliğiyle Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce ilk yapıldığı güzellikte restorasyonu tamamlanmıştır.
Misali mahlasıyla şiirler yazan Gül Baba’nın eserleriyle ilgili Miftahü`l-Gayb ve Güldeste adlı yazma eserler bulunmaktadır. Danimarkalı Andersen ve Macar besteci J.Huszka, Gül Baba’dan ilham alarak edebiyat ve müzik eserleri yazmışlardır. Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret edilen türbe, Orta Avrupa´da fonksiyonunu yitirmeden türbe olarak kalan önemli bir Türk eseridir.
Misali mahlasıyla şiirler yazan Gül Baba’nın eserleriyle ilgili Miftahü`l-Gayb ve Güldeste adlı yazma eserler bulunmaktadır. Danimarkalı Andersen ve Macar besteci J.Huszka, Gül Baba’dan ilham alarak edebiyat ve müzik eserleri yazmışlardır. Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret edilen türbe, Orta Avrupa´da fonksiyonunu yitirmeden türbe olarak kalan önemli bir Türk eseridir.
Topolje, Draz, Podolje, Popovac, Beli Manastir, Karanac, Kozarac, Darda,Osijek, Erdut, Vukovar, Ilok,
Sırbistan
Bulgaristan
Sefer yolu güzergahı: Kalotina, Dragoman, Sofya, Novi Han, Ihtiman, Pazarcık, Stamboliyski, Filibe, Sadovo, Parvomay, Mineralni Bani, Haskovo, Harmanli, Lyubimets, Mustafapaşa.
Dağyolu güzergahı: Kalotina, Dragoman, Sofya, Vitosha, Samokov, Rila, Rila Manastır, Velingrad, Borino,Smoljan, Ardino, Kardzjali, Svilengrad.
Türkiye
Avyolu güzergahı: Kapıkule, Kemalköy, Karabulut, Sarayakpınar, (Sırpsındığı), Avarız, Edirne, Hıdırağa, Karayusuf, Ortakça, Kavaklı, Yağcılı, Süloğlu, Büyük Gerdelli, Dolhan, Paşayeri, Koyunbaba, Kırklareli, Kızılcıkdere, Üsküpdere, Karıncak, Kaynarca, Pınarhisar, Erenler, Poyralı, Doğanca, Develi, Vize, Okçular, Evrenli, Çakıllı, Kavacık, Saray, Küçük Yoncalı, Safaalan, Binkılıç, Aydınlar, Gümüşpınar, İhsaniye, Akalan, Dağyenice, Boyalık, Dursunköy, Sazlıbosna, Şamlar, Kayabaşı, Eyüp Sultan, Fatih ve Süleymaniye camii,
Seferyolu güzergahı: Kapıkule, Kemalköy, Karabulut, Sarayakpınar, (Sırpsındığı), Avarız, Edirne, Hasköy, Hamzabey, Uluçınar, Ahmetbey, Karlı, Hallaçlı, İnceğiz, Çatalca, Dursunköy, Sazlıbosna, Şamlar, Kayabaşı, Eyüp Sultan, Fatih ve Süleymaniye camii,